24 Mayıs 2009 Pazar

Sonradan görme mahkum...

Parçalanmış ve kesik uykulardan uyandım. Ne kolumda ne de masamda bir saatim vardı. Zaman şimdi nerede seyir halinde bilmiyorum. Görüşme odasındaki duvar saatinin akrep ve yelkovanı hangi rakamlara sokuluyordur, düşünüyorum.
Gecenin yerleşik uyku düzeninin aklımda bıraktığı tesirler şu anki mahmurluğumla örtüşüyor. Ve ben gece uykusundan uyanmıştım, ayıldıkça bu tezim kuvvetleniyordu. Beni her an çağırabileceklerini bildiğimdendir belki zaman ayırımını mesele haline getirmemin nedeni. Kalbimin arzu ve istekler için çarpan yanı nede çok bekliyormuş bu çağırışı. Hala kendimi kandıracak mıyım?
İşte geliyorlar. Kapıya gürültüler yığılmaya başladı. Birden fazla kişi vardı.
“Hadi bakalım çık dışarı.”
Görevli ilk defa “Hadi bakalım” diyerek dışarı çağırdı. Sözlerinde sanki bir yumuşama ve bana karşı sert olmayı gerektirmeyecek bir hava vardı. Dahası var. Ben ürkekçe dışarı adımımı atarken, beni hoş görüyle dışarı davet eden adam yanındakilere, yeniden düzenlenmiş, boyanmış, değiştirilmiş bir oda istediğinden bahsediyordu. Bu sözler kaldığım yer içindi ve geri dönmeyeceğimi tescil eder gibiydi. Gerçekten şimdi çıkıp gideceğime, artık özgür olduğuma inanmak için daha hangi sözleri duymam gerekiyordu ki? Hiç kimse kolumdan bile sıkıca tutmamışken.
Öyleyse hiç acele etmemeliyim. Olgunlukla, ciddiyetle ve sakinlikle hareket etmeliyim. Zamanı gelince giden adam olmalıyım, gitmesini bilen biri. Ve veda etmeliyim buralara. Cezamı çekmemi sağlayan bu duvarlara, nedeni ne olursa olsun beni bir süre dışarıdaki hayatın şirretinden alıkoyan, saklayan bu binaya. Ve usulca çıkıp gitmeliyim. Daha dışarıda yeniden alışmam gerekecek, görmeye ve içinde yaşamaya devam etmem gereken koca bir hayat var, bize ettikleriyle bekleyen.
Yüzünü görmeye alıştığım, hafızama defalarca kaydettiğim ve dışarıda gördüğüm vakit tanıyabileceğim görevli memur beni dışarıya kadar uğurladı. Beni karşılamaya kimse gelmemişti. Bu duruma kızmadım elbet, hatta sevindim. Vasfiye teyzeye çıkacağım gün kimsesinin gelmemesi konusunda tembihlemiştim, bunun için ona yalvardım. Birinin hapisten çıktığımı vurgu yaparcasına, acıyan gözlerle kapıda beni bekleyecek olması pek manidarca olacak.
Şehrin oldukça dışında bulunan hapishaneden, şehrin içine kadar yürüdüm. Yanımda o eşsiz suçluluk duygusuyla. Korkuyordum. Yolda ilerleyişim hep gözler altındaydı sanki. İnsanlar aralarında benden bahsediyorlardı ve her şeyi biliyorlarmışçasına beni kınayan ifadelerle bakıyorlardı adeta. Bense kaçamak bakıyordum onlara. İstemeden de olsa, geldiğim yerin bir hapishane olduğunu anlatan bakışlardan çok, üzerimdeki pis koku ve yıpranmış eski elbiselerimi görmelerini ister gibiydim. Asıl görmelerini istediğim şeyin, yoksul ve acınacak halde olan birinin yollarından geçtiği görüntüleriydi. Esas dikkat çekmek istediğim nokta benim bu halimdi. O kadar yavaş yürüyordum ki, bana bakan gözlere işlediğim suçun ne olduğunu düşünüp bulabilmeleri için, ağır ilerleyen görüntüler sunuyordum sanki. Ve şehre vardığımda akşam olmak üzereydi.
Biraz olsun alışmıştım kendimi şehirde görmeye. Ve şehir beni görmeye alışmıştı bir nebze. Vefasızlığımla unutmuştum cadde isimlerini. Bedenim temkine bürünmüştü.
Peki ben nerde çalışıyordum. İstemeden, farkında olmadan çalıştığım caddeye gider de o binayı görürsem diye paniklemiştim. Bir an için fark ettim ki, tam bir suçlu olma durumunu yansıtıyordum. Kendime ve Vasfiye teyzeye verdiğim sözler hepten silinmişti aklımdan. Oysaki daha gidip Eyüp ustayı da görmem gerekecekti. İşimin en zor kısmı da bu olsa gerek. Belki de bu zorluktan bahane üretmeye çalışıyordum. Fakat gitmeliydim, kısa bir süreliğine ter dökecektim, çok sıkılacaktım biliyorum ama sonunda bitecekti ıstırabım. Ve o kapıdan içim rahat ayrılacaktım.
Adımlarımda bir hızlanma söz konusuydu. Bir süre yürüyünce yolumun sol tarafında denize doğru giden bir yol, palmiye ağaçlarının karşılıklı sıralanışını ve ötesinde denizin uçsuz bucaksız görüntüsünü gördüm. Tekrar heyecan bastı. Aklımda nedenini düşündüğüm bir korkuyla tam sağıma dönmüştüm ki, çalıştığım bina birkaç adım uzağımda duran çam ağaçlarının arkasından belirmişti. Paniklemiş ve saklanma ihtiyacı duyumsamıştım. Bina öylece durmuş ve benim bıraktığım hayatı içindekilerle devam ettiriyordu. Kim bilir yerimde kim vardı şimdi. Eyüp ustanın tekrar oraya döndüğünü biliyordum. Çenesinin altındaki sargıyla çalışıyormuş. Hepsi benim hatam, şimdi oraya nasıl giderim. Benim için ne diyecekti yerime gelen kişiye. İşte beni yaralayan adam budur mu diyecekti. Sonra diğerleri ne diyeceklerdi bana. Ama onlara kızgındım da. Kendimi de yaralanmış kabul ediyorum.
Ne yapar ne eder insanlarla tekrar nasıl barışırım bilmiyorum. Belki de daha sonra gelmeliyim, sonra gelmek daha uygun olabilirdi. Şimdi buna hazır değilim. En iyisi sahile gitmek. Evet, sahile gitmek bir süreliğine korkularımı, heyecanımı yenmeme ve düşünmeme yardımcı olabilirdi. Ne diyeceğimi önceden hazırlamalıyım. İyi bir giriş sonrasında çekingenliğim yenmiş biri olarak devam edebilirdim.
Daha fazla yaklaşmak yerine oradan uzaklaşmıştım. Görüşmeyi ertelemiştim. Biraz ilerlemiştim ki henüz yeni fark ettiğim bir şey, eski mutluluk veren görüntüsüyle gözlerime çarpmıştı. Bu Ay’dı. Grimsi bir bulut tozu inceden örtmüştü üzerini. Beni daha yakınına çağırdığını hissetmiştim. Ona güven ve sevgi bakışlarımı ilkinden hiç eksiksiz fırlatmıştım. Şanslı günümdeydim belki de…
Az sayıdaki insan gurupları her zamanki yerini almışlardı. Ay ile ilk buluşmamızda olduğu gibi bu ana da tanık olmaya hazırlanıyorlardı sanki. Tabi ben öyle sanmıştım. Sonrasında hiç ummadığım bir şey oldu. Sahile kadar gözerimi kapatarak, sadece görmek istediğim hayallerle gelmiştim ki burada gözlerimi açmış ve gerçekleri görmeye başlamıştım. Ay’ın üzerindeki ince sis bulutu hiç gitmiyordu ve daha da çoğalıyordu. Ve Ay çok ağır sözler sarf ediyordu bana, adeta tersliyordu beni. Mahcubiyetlilik bakışlarımı almıştım üzerinden. Sonra şu insan kümeleri, hepsi küstü sanki bana, daha az önce sevincimi paylaşmıyorlar mıydı? İçlerine katılmak gibi bir niyetim olduğunu önceden sezmiş gibiydiler. Beni umursamıyorlardı.
Şimdi daha açık anlıyordum, hayatım hep kötü geçecekti. Daha iyi yapacak her şeyden uzaklaştırmıştım kendimi. Ve yeminler etmiştim çok keresinde, yalnızlığı daha iyi yaşayacağıma. Şimdi istesem de yanlarına yanaşamam. O insanlar hikâyelerini, fıkralarını, masallarını, esprilerini eskitip üstüne yenilerini anlatıp unuturken, ben ise anlatılanların insana mutluluk veren, güldüren yanını daha yeni keşfedeceğim. İçlerine katılıp pay almak için geç kaldığımı fark edeceğim. Bu yüzden bazı ataklarım hiç görülmeyecek ya da yadırganacaktır. Kendimin çekip gittiği, onların da yok saydığı bir dünyada uyanıp duracağım sürekli. Artık Ay da sevmiyor, istemiyordu beni. Bu gün yapmam gereken bir şeyi yapmayışıma, sözümde durmayışıma öfkelenmişti, bu açıktı. Ve ben karar vermiştim, yarın bu şehri terk edeceğim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder