25 Mayıs 2009 Pazartesi

Herhangi bir şehir...

Bu şehrin caddelerinden geçerken, her an yıkılmış kaldırımlar ve kurumuş turunçlar görürüsünüz. Evlerinde kederlenip de gezintiye çıkanlar, mutluluk verici hiçbir şeklin olmadığını bilirler. Bu yüzden başlarını dikip, soğuk yüz ifadeleriyle şehrin dışına giderler, kimileri de sahile uzarlar. Kol gezen kabadayılar, zayıfların üzerinde güç denemsi yaparlar. Kendi başlarına buyruk yasaklar koyarlar bu şehrin sokaklarına. Onları da takım elbiseli, kravatlı adamlar kullanırlar. Tıpkı ceza evi koğuşları gibidir, bileği güçlü olanlar temkinli ve baskın olurlar. Ceplerinde para, akıllarında korku vardır. En çokta yumruklarını konuştururken görünürler, bazen kendi, bazen de düşmanlarının kanıyla. Sonra ben hayalimde kırar dökerim kimisini, korkutur, yaşadığına pişman ederim.
Kimimiz korkak, kimimiz de zekidir. Gücü yetmeyenlerimiz küfreder serserilere. Gâh içinden, gâh kaderine bırakıp, sesimiz çıktığınca sayarız art arda. Gücümüz yetmemiştir çünkü fakat ezilmişizdir. Böyleyken rahatlatır bizleri, gereksiz ve faydasız olduğunu bilsek de küfürlerin. Ve korkaklarımız sığınmaz hiç yasalara, zeki kimseler ise kılık değiştirir, adamına ve şekline göre.
Giyilen kıyafetler ne kadar renkli ve zengin şekillerle donatılmışsa da, bu kıyafetlere karışan, eden de o denli çok bu şehirde. Bir kadın yanındaki adama sınırlarını anlatıyordu. Ve istediği elbiseyi giyip gezebileceğinden bahsediyordu. Bunun için adamın kendisine diyebileceklerini ve diyemeyeceklerini sıralıyordu. Adama göre kadının kocasına bağlılığı giyeceği kıyafetlerdeydi, kadına göre ise hislerinde ve duygularındaydı. Kimileri zararsızlığını, barışçıl yanını dilediklerini giymekteki özgürlüğünde görüyordu. Kimisi de özgürlüğün anlamını giydiği kıyafetlerde arıyordu.
Bu şehirde insanlar yer değiştirirler bazen. Önce ilk bulundukları yerdeki başarılarını heyecanla anlatırlar. Geldikleri noktada işlerini en iyi yapan kimselerdir. A noktasındayken B noktasındakilerini daha az sorumlu olmakla, rahat olmakla suçlarlar. Yer değiştirdiklerinde ise, tuhaf bir şekilde zor olan işleri üstlendiklerini söylerler. Bunu yapanlar hepimiziz, aklı başındakiler, kendini bilmezlerimiz. Yükselmeye, daha fazla kazanmaya çalışanlar. Yanındakilerinin zaaflarından ötürü, kendilerini tamamlayıcı, kurtarıcı görenlerimiz. Yerine göre değişmemiz, kolaya kaçma gerçeğimiz olanaklıdır.
Ayakları çıplak, üstleri kirli ve yırtık çocuklar var bu şehirde. Yaşıtları da hemen şuradadırlar, şu devasa binalarda. Akşamları büyük ve üzeri doldurulmuş masanın etrafında, yemekten sonra kendilerine anlatılacak masalların hayaliyle hızla ve keyifle tüketirler yiyeceklerini. Hepsi de masumdur çocukların. Tek farkları şanslarıdır. Bir kısmı, onları çöplüklerde görüp de yürekleri burkulan kimselerin, büyük ve ihtişamlı salonlarda onlar için yaptıkları konuşmanın içinden geçen bir cümledirler sadece. Diğer kimseler ise evlerinde anne ve babalarının konuşmalarını bitirip de dönmelerini bekleyenlerdir.
Göz alıcı büyük yapılar vardır bu şehirde. Daha içine girmeden görkemiyle etkiler sizi. İçerisini göstermeyen büyük pencerelerin ardında, sizi sarıp sarmalayacak, gönlünüzü rahatlatacak görevliler vardır. Bir gün işiniz düşer ve gidersiniz oraya. Ve o an hayallerinizin gerçekten hayal olmaktan ibaret olduğunu anlarsınız. Esas o an yalnız kaldığınızı görür, sizi dinleyecek kulaklar ararsınız. Ta ki içeri girene kadardır, girmeden evvel hayal ettiğiniz gibi sanırsınız.
Aşk bu şehirde herkese uğrardı. Erkeklerin kadınları sevdiği, kadınların erkekleri sevdiği, erkeklerin erkekleri sevdiği, kadınların kadınları sevdiği bu garip şehirde aşk da yaşanırdı. Sıkıntıya soktuğu da olur bizi. İlle de güzeline âşık olduğumuz zaman. Ve şimdi masamda oturmuş güzelin birine bakarken, aklımdan bu şehrin donuk resimleri geçi verdi. İlk gelenlerin asla göremeyeceği ve bu şehrinde asla göstermeyeceği yüzünün resimleri.
Kendi yüzümü ne yapmalıyım diyorum. Bütün güzellerin bakmaktan zevk alacağı güzel adam beklenirken, ben yüzümün hangi tarafıyla yaklaşmalıyım. Sol çaprazımdan bakıldığında daha iyi göründüğümü düşünüyorum. Önümde duran güzele solumla yaklaşmalıyım önce. Masasına fena görünmeyen bir adamın oturduğunu kabul edecektir. İlk başta tanışma faslı olur her halde, belki sonra kahve de söylerim. Kendime çeki düzen verip, nazik bir adam olmalıyım, biraz da kasmalıyım aslında, her şey yolunda gitmeli. Sık sık gülümsemeliyim, fazla da konuşmayan biri, gizemli gibi görünmeliyim. Daha çok ona konuşma şansı tanımalıyım ve o bana alışana kadar, ona sol yanımla bakmalıyım.
Sonra vakit ilerlemiştir. Yanımdaki güzel iyi görünen yanımdan hoşnut, şikâyetsiz, hala beklemektedir. Biraz edepsizleşirim, çıplak hayal etmeye başlarım onu. Daha da ileri gider, peydahlanan şımarıklığımla sulanmaya başlarım. Kaldığım yere davet ederim. Gözlerimi üzerinde gezdirir, çok sık olmak üzere çok güzel olduğunu söylerim.
Biliyorum, görünüşümün bana puan kaybettireceğini bilmemin yanında, onunla nasıl konuşacağımı bilmeyişim de buna sebep olacaktı.
Yanımdaki güzel art niyetli olduğumu düşünmeye başlar artık. Masasında söylediğim onca güzel sözün, kıvranıp acınacak hallere girmemin, önceden tasarlanmış tavlama eylemi ve bundan ibaretlik olduğunu anlar. Sonradan görme birinin iyi başlayıp yüzüne bulaştırdığını anlayıverir. Bana dönüp der ki, “Biz aynı dünyaların insanı değiliz” ve çekip gider. Büyük ihtimalle geriye kuruntularım ve yersiz korkularım kalır. Başladığım gibi bitiremememin, acemiliğimin su yüzüne çıkması kalır.
Böyle onlarca hikâye yaşanır bu şehirde. Hiç birinin önceden yazılmış bir kitabı yoktu. Hele aşkı nasıl bulursun, nasıl başlamalısın diye bir kitap hiç yoktu. Bu yüzden çok yalnızdık bazılarımız ve hayalden aşklar kurardık. Nasıl davranacağımızı bilmezdik, utanır, sıkılırdık. Sadece âşıkları seyreder, kopya çekerdik. Bazen denemeler yapardık, sonra tekrar başa döner, umutsuzluğumuzla karşılaşırdık.
Bazılarımız böyleydik bu şehirde. Pişmanlıklarla dolu aklımızla yorgun argın odamıza döner, hiç utanmadan resimlere bakar, filmler izler ve sabırsızca günahlar işlerdik. Asıl aşkı nasıl buluruz, bu bedeni nasıl fark ettiririz diye, kendi kendimizi de yer bitirirdik.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder